Benim yaşım daha önceki darbelere tanık olmaya yetmedi. İyi ki yetmemiş. Yetenlerden dinlemek istedim ancak anlatamadılar varolan kelimelerle sanırım. Sadece darbe haberi geldiğinde Eylül sıcağında kalorifer yakan apartman görevlisinden bahsetti bir tanesi. Kapı kapı kitapları toplamış kazan dairesine götürmek için…
Aslında ne serin bir Temmuz akşamı yaşıyoruz diye konuştuğumuz bir Cuma gününde”darbe” oldu sesleri bir anda ortalığı sardı. Kalp atışlarım yükseldi, ben tasavvur edemedim aklım yetmedi neler olduğuna ve olabileceğine. Toptan, tüfekten, tanktan, füzeden hiç anlamadım hayatım boyunca. F16 uçağının sadece filmlerde görüldüğünü düşenecek kadar da safmışım anlaşılan. Çok uzun zamandır yaşadığımız topraklarda özgürlüğümüzü, akıl sağlığımızı, adaletin olduğuna dair inancımızı yitirmiştik ama bu başka bir şeydi. Aynı anda hepimiz telefonlarımıza sarıldık. Ne olduğunu anlamaya çalışan şaşkınlığımız, korkmuş kalplerimiz, birbirine destek olmaya çalışan hallerimizle öyle güzeldik ki oysa…Ne olduğunu anlamak bizim payımıza düşmedi her zamanki gibi. Kaç kişilermiş? Cemaat mi devlete sızmış, devlet mi cemaate? Dış güçler mi yapmış? Kimmiş bu dış güçler? gibi sorular cevapsız kaldı. Ertesi gün yayılan bilgilerin, yapılan yorumların hızına yetişemedik. Herkes birilerine ya lanet okuyor ya da göklere çıkarıyordu. Bir kısmın korkudan ödü patlarken, birileri kutlama yapıyordu. Birileri “neden böyle oldu?” derken diğerleri “iyi oldu” diyordu. İnsanlardaki karmaşık duygu seline yetişemedim. Korkan, öfkelenen, sevinen ne kadar çok insan vardı. Uzakta olan babamın sesinde bana belli etmememek için çabaladığı “korkuyu” hissettiğimde içim kapkaranlık oldu. Kime sığınacaktık biz, ne kurtaracaktı bu allak bullak olmuş insanları? Korku ve öfke nasıl da bulaşıcı duygulardı böyle. Nasıl da bir anda bütün insanlara sıçramıştı.
Bildiğimiz kadarıyla bir tane hayatımız var ve biz bu dönemde, bu coğrafyada bir sonraki günün ne getireceğini bilmeden müthiş bir kaygıyla biricik hayatımızı sürdürmeye çalışacaksak bir çıkış yolu olmalı…
Ben geç de olsa tam bu dönem Stefan Zweig’la tanıştım. Van Gogh’un “Starry Night” illüstrasyonunun kapağında yer aldığı kitabıyla başladı serüvenimiz. Orijinal adı “Phantastische Nacht” olan Stefan Zweig’ın öykü tadında kısa romanı “Olağanüstü Bir Gece”…Zor zamanlarda okunan, hatta ilaç niyetine yutulan kitaplar vardır ya öyle bir kitap bu. Zaman mefhumunu yitirdiğin, bütün hislerinin donuklaştığını düşündüğün bir an döngüsünde sadece birşey hissedebilmek için kitap okursun ya işte tam da böyle bir ruh halinde okudum “Olağanüstü Bir Gece”yi. Peşinden “Amok Koşucusu” ve “Satranç” geldi. Keşke orijinal dili olan Almanca haliyle okuyabilseydim dedirtti ve iç dünyamın karanlığını bir nebze de olsa aydınlattı.
Evde tek başıma anlamsızca oturduğum, dışarıdan gelen korna sesleri ve haykırışlara bir mana bulamakta zorlandığım bir akşam tesadüfen karşıma izlemekte geç kaldığım “Carnivale” dizisi çıktı. Hayatın karşımıza çıkardığı tesadüfler beni hep şaşırtmıştır. Dizinin de İyi-kötü savaşına dair muhteşem bir epik destan niteliği taşıması, tam da bu dönem de karşıma çıkması içimdeki pek çok hissi yeniden uyandırmayı başardı.
Bu aralar okuduğum her kitapla, izlediğim her filmle, dinlediğim her müzikle kalbime temiz hava girmesini sağlıyorum. Bu dönem ihtiyacımız olan şeyin “sanat” olduğunu düşünüyorum. Tarkovski’nin “Dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır” sözüne şiddetle hak verir bir haldeyim.
Nolur siz de içinizi karartmayın. Bol bol sevdiklerinize sarılın, biraz da güzel müziklerden, yemeklerinize kattığınız baharatlardan, topladığınız deniz kabuklarından bahsedin birbirinize. İmkanı olan delirmesin sevişsin bence!!
Umut ve Cesaret de bulaşıcı duygulardır belki kim bilir…